15 Aralık 2013 Pazar

Istakoz Severlere...



Bundan dört sene önce Newyork'a ilk gittiğimizde yana yakıla arayıp iyisinden bir restaurant bulup Amerikan usulü ıstakozu denemiştik. O günden beri de nereye gidersek gidelimilk yediğimiz günkü tadı arar olmuştuk.

Lonra'da birkaç defa ıstakoz yediysek de hiçbiri Newyork'da yediğimiz tadı vermemişti  ta ki 'Burger&Lobster' i keşfedene kadar.

Menüsünde sadece 3 çeşit ana yemek var ve bu nedenle garsonlar masaya oturduğunuzda size sadece içecek menüsü getirip yemekleri sözlü olarak anlatıyorlar.
1-Burger
2-Klasik ıstakoz (yani bütün şekilde kabuklu olarak gelen sizin kırarak yediğiniz)
3- Kabukları ayıklanıp sandwich şeklinde sunulan ıstakoz

Ben 2 ve 3 ü denedim. Klasik ıstakoz boyut olarak biraz ufak olsa da tad olarak kesinlikle Newyork'da yediğimiz gibiydi. 

3. yü ise tarif edecek kelime bulamıyorum. Eğer ıstakoz severseniz muhakkak denemeniz gerektiğini düşünüyorum. Menüdeki her 3 yemek de 20 şer pound. İçeceklerin hepsi çok güzel, içeriği ilginizi çeken bir kokteyli deneyebilirsiniz.

Biz şimdiye kadar evimize yakın olduğu için hep Mayfair'dekine gittik, rezervasyon yapmıyorlar genelde 1-1,5 saat sonrası için adımızı ve telefonumuzu bırakıp oradan Bond street ve Oxford Street civarlarında bir tur atıp zaman dolduruyoruz. Diğer şubeleri daha boş olabilir belki.






16 Kasım 2013 Cumartesi

Londra'daki En Güzel Kahve ve Kruvasan: Monmouth Coffee

Siz de kahve hastası mısınız?
Siz de güne güzel bir kahveyle başlayarak bir nevi size bahşedilen güzel tadla dünyaya sıcak bakanlardan mısınız?
İyi bir kahvenin mutluluk kaynağı olduğunu düşünenlerden misiniz?
Sizin için de kahve içmek bir nevi şölen mi?

O zaman benimle aynı noktadasınız ve üstelik Londra gibi yeme içme merkezi biryerdeyseniz sizi şaşırtacak tadlar çok yakınınızdaki bir ufacık cafede olabilir.

Monmouth Cafe de işte bunlardan birisi.
Time Out un Best top 10 coffee mekanlarından birisi olarak keşfettik bu güzel minicik cafeyi.
Londra'da birden fazla yerde var ama bizim favorimiz Neal's Yard ve Covent Garden'a çok yakın olan şubesi.
http://www.monmouthcoffee.co.uk/Shops/Covent-Garden

Adını aldığı şirin mi şirin Monmouth street üzerinde bulunan bu cafede haftasonu her daim kısa da olsa bir kuyruk bulunur. Neymiş diye içeri girdiğinizde sizi mis gibi bir kahve kokusu ve mekan kadar sıcak çalışanlar karşılar.

Ufacık masaların kenarındaki sıralara çoğu zaman tanımadığınız başka insanlarla dizdize oturur çatal kaşık sesleri arasında kahvenizi yudumlarsınız. Tabi ki kağıt bardakta alıp sokakta dolaşırken de kahvenizi yudumlayabilirsiniz ama diyorum ya benim için kahve içmek bir çeşit ritüeldir ve yolda yürüyerek içmek her zaman son tercihim olur.


Monmouth un özelliği filtre kahvelerini devasa kahve fincanlarına koydukları filtrelerde hazırlamaları ve bu fincanların altındaki delikten servis fincanlarına dökülmesini sağlayarak servis etmeleridir. Bakınız resimdeki gibi



Sadece kahvesi değil kruvasan ve ufak truffle ve diğer tatlıları da çok şukela. Bakınız...Ben bu truffle a bayılım. Bir minik lokma insanı bu kadar mutlu edebilir...




Yani özetle, gezinize sıcak bir mola verip kendinizi şarj etmek, içinizi ısıtmak ve kahve kokusuyla yenilenmek için hem de turistik birçok mekana çok yakın olan merkezi yerdeki bu güzel cafeyi tavsiye ederim.

Diğer şubeleri için buyrunuz..


13 Kasım 2013 Çarşamba

Londra ve Müzikaller Laaa laa laaaa



Bundan seneler önce, Londra'ya bir turist olarak geldiğim zamanlarda, buz gibi havada bilet kuyruklarında beklediğim çok olmuştu.
Gel gör ki, gelip yerleşince ha bugün ha yarın gideriz derken hiçbir müzikale gidemeden 2 seneyi devirdik. Niyetlendiğimiz zamanlarda da bilet bulamayıp yine erteledik. Ta ki dün akşama kadar.

Bir tesadüf eseri Sefiller in sahneye konduğu Queens Theatre'ın önünden geçerken bir şansımızı deneyelim dedik. (Leicster square civarlarında birçok bilet gişesi olmasına rağmen o akşamın biletini ucuza arıyorsanız tiyatronun kendi gişesini yada hemen meydandaki ticket center ı denemelisiniz.) Bize bilet satan gişe memurunun söylediğine göre, Christmas öncesi ve günlerden Salı olduğu için ekstra şanslıydık. Dolayısıyla Aralık ayında aynı derecede şanslı olamayabilirsiniz. Ayrıca bilet aldığımızda saat 19:15 idi ve oyun 19:30 da başlıyordu. Haliyle son dakika biletlerini de ucuza bulmak daha olası.


Peki kaç para verilir bir bilete?
Fiyat aralığı Türkiye'deki tiyatro, müzikal yada operalarla kıyaslanmayacak kadar yüksek. Bir de üstüne fiyatı TL ye çevirince hepten pahalı gibi geliyor insana ama bence verdiğim her kuruşa değer o ayrı.

İnternetten ucuza bilet bulduğunu söyleyenler de oldu ama bana rastgelmedi. Gişeye gitmeden googlelamanız yararlı olabilir. Müze biletleri bile internette daha indirimli olabiliyor.

Bizim aldığımız biletler müzikal biletleri %50 indirimliydi.
Normalde salonun dress circle denen yerinde fiyatlar 65-85 pound civarı. Bu kısmı orta balkon gibi düşünebilirsiniz. Bir üst balkon daha ucuz, stalls denen zemin kat daha pahalı.


Peki hangi oyun? derseniz, ben yeni oyunlardan pek haz etmiyorum o yüzden klasikler bitmeden yenilere gitmeyeceğim. Mama Mia, Chicago (Broadway de ) ve Sefiller i izledim. Sırada Lion King, Phanton Of The Opera ve Oliver Twist var. Ama her sene yeni oyunlar da gösterime giriyor. Fiyatları bu saydıklarıma nazaran daha makul mantıklı da olabiliyor.


Eğer müzikallere ilginiz varsa, Londra'ya gelip de bir müzikal e gitmeden dönmeyin derim.













10 Kasım 2013 Pazar

Harry Potter Meraklılarına Duyrulur!!



http://www.wbstudiotour.co.uk/

Sadık bir Harry Potter izleyicisiyseniz bu ay yukarıdaki etkinlik size hitap edecektir.
Bunun yanı sıra Kings Cross tren istasyonundaki Harry Potter Shop ve 3,5 nolu istasyon da ilgilinizi çekebilir. Bilmeyenler için filmdeki istasyon Kings Cross da canlandırılmıştır.

iyi eğlenceler!


13 Ağustos 2013 Salı

Küçük Türkiye : Harringay


Memleketi mi özlediniz? Yemeklerini, markalarını tadlarına mı hasretsiniz?
Tabi ki aslı gibi asla olamaz ama bir nebze olsun aradıklarınızı bulabileceğiniz bir yer : Harringay

Biz neredeyse geldikten 2 sene sonra keşfettik buraları. Öncesinde Stoke Newington' a gidiyorduk et ve simit almak için. Kebapçı olarak da birtek Best Mangalı biliyorduk.

Ama şimdi canımız kebap çektiğinde doğru Harringay e gidiyoruz.
Ard arda sıralanmış kebapçılar onların arasına serpiştirilmiş tatlıcılar ve marketlerle dopdolu, her köşesinden Türkiye akan bir cadde.

Türk gıda markalarını, sebze ve meyvelerini bu marketlerden temin edebilirsiniz. Aslında Londra'nın birçok yerinde Türk marketi var ancak size yakın bir yerlerde yoksa Harringay'de herşeyi bulmanız mümkün.
Sadece gıda değil tabi ki, mesela elektronik mağazalarında, Türk kanallarını izlemenizi sağlayan modemler bile bulabilirsiniz.

Buralardaki kuaför ve berberlerin de Türk olduklarını söylememe gerek yoktur sanırım.

Ben en beğenilen birkaç mekanı aşağıda yazıyorum.



Gökyüzü Restaurant : Özellikle karışık kebabı için gidilir. Çalışanları çok güleryüzlü, hizmet süper. Tek sorun çoğu zaman içerideki kuyruk. Bu yüzden gitmeden yer ayırtmanızda fayda var.
Antepliler Ciğer : Bence yediğim en güzel ciğer ve künefe burada. Anteplilerin Londra'da birçok restaurantı var aslında ama henüz onları deneme fırsatı bulamadım.
Yaşar Halim : Tulumbadan baklavaya, yaş pastadan kuru pastaya tam teşekküllü bir Türk pastanesi. Gerçi bir kandil günü son ümit içeride kandil simidi sorup hayal kırıklığı ile çıkmışlığım var ama olsun.
Hala : Gözlemesi ve mantısını methedener var ancak malesef ben henüz test etme fırsatı bulamadım.

Şimdilik keşfedilen mekanlar bunlar ilerleyen zamanlarda yenilerini denedikçe ekleyeceğim.

28 Temmuz 2013 Pazar

Uzun Süreli Konaklama İmkani : Oda Kiralamak


Bir dönemin hesapli şekilde İngilizce yi geliştirme yollarindan biri olan ''au pair'' lik konusunda İngiltere, geçtiğimiz senelerde, Türkiye'ye vize kapılarını kapattı. Eskiden bu şekilde vize alip hem dil okuluna gidip hem de diğer yandan bir ailenin yaninda ücretsiz konaklayarak, hafif ev işleri yaparak yada çocuk bakarak harçlığınızı çıkartabiliyordunuz. Ama önce ''au pair''' lige özel vize kaldırıldı sonra da master yapanlar için hem okurken hem de okullarini bitirdiklerinde 1-2 sene çalışma hakkı veren çalışma vizesi sona erdi. Bu da İngiltere de okumak isteyenlere çok fazla alternatif bırakmadı. Öğrenciler kendilerine öğrenci vizesi ve kalacak yer ayarlayan acentalarla çalışmaya başladılar. Bu acentalar bir  yandan size dil okulu için alternatifler sunarken bir yandan da kalacak yer bulabilmenize yardımcı oluyorlar. Londra'da hiç bulunmamış birisi için kalacağı yeri kağıt üzerinde yada internetteki birkaç linke bakarak seçmek çok da kolay değil. İnternetten ev bulma konusunda da dikkatli olunması gerekir. Özellikle bazi sitelerde sahte evlerin resimlerini koyup online ödeme alip dolandırıcılık da yapıldığını duydum. Yada internette göründüğünden çok farklı koşullarda konaklamak zorunda kalan arkadaşlarım oldu. Bu konuda seçiminize özen göstermenizi tavsiye ederim.

Londra'da yaşamayı planlıyorsanız öncellikle konaklama konusunda iyi araştırma yapmanız ve bütçenizi de bu doğrultuda hesaplamanız gerekir. Aylık giderlerinizde en yüksek kalemi kira alacaktır. Özellikle Türkiye'deki kiralarla karşılaştırırsanız ev kiraları size inanılmaz uçuk gelebilir, üstelik büyüklük olarak da neredeyse yarısı kadar olduğunu görürsünüz.

Bunun başlıca sebebi Londra'da eski küçük binaların yıkılıp yerlerine yeni ve  büyük apartmanların yapılması için bir izin verilmemesi ve bu nedenle de ev arz ve talebinin bir türlü örtüşememesidir. Makul bir kira tutarı belirlenip, ilani çıkan düzgün bir ev birkaç gün içinde kiraya verilebilir. Bazen bir ev için teklif verdiğinizde açık arttırma gibi fiyatı arttırarak rakiplerinizi ekarte etmeniz bile gerekebilir.

Hal böyle olunca ev kiralamak istemeyenler alternatif çözümlere başvuruyor. Açıkcası ben de buraya gelip yerlerşene kadar ev kiralamak dışındaki konanklama imkanlarından haberdar değildim. Sonrasında gördüm ki özellikle bekar, çalışmaya yada okumaya gelmis birçok insan ev kiralamaktan ziyade oda kiralama yoluna gidiyor. Böylece kiraya ek olarak ödenen belediye vergisi, elektrik, su, doğal gaz gibi faturaların yükünden de kurtulmuş oluyorlar. Ayrıca ev kiraları çok yüksek olduğu için bu şekilde birkaç kişi kirayı da bölüşmüş oluyorlar.

Şimdi Oda kiralama konusunda tecrübeli bir arkadaşımla yaptığım bir röportajla, sözü bir bilene bırakıyorum.

Aykut, Ne kadar zamandır Londra'dasın?

 Yaklaşık 3 yıl


Londra'ya gelmeye nasıl karar verdin?

Okul bittikten sonra 2 yıl kadar çalıştım ve çalışma hayatım rutine girdiğinde bunu değiştirmek istedim ve yurtdışına çıkma kararı aldım


Peki Londra'ya gelmeden önce, nerede konaklayacağına dair bir bilgin var mıydı?


Benden önce bir kaç arkadaşım Londraya geldiği için diğer insanlar gibi konaklama konusunda pek sorun yaşamadım


Peki sence Londra'da konaklama konusundaki en büyük problem nedir?


Sanirim konaklama ücreti

Türk Lirasıyla söylemek gerekirsa maksimum ne kadar?


 Aylık oda fiyatları 400 pound civarından başlıyor bu da ortalama 1200 tl yapar


Peki alternatifler neler? 


Eğitim amacli gelenler için okulun yurtlarında veya anlaşmalı olduğu  ailelerin yanında bir odada  kalmak gibi alternatifler söz konusu.


Oda'da yaşamak kavramına alışmak zor oldu mu?

Türkiye'de şehir dışında ögrencilik yaptığım için beklentilerimin bile üzerindeydi


Peki neler ortak kullanımda?


Aslında sistem biraz Türkiye'deki pansiyon sistemi gibi. Mutfakta eşyalarınızı koyabileceğiniz dolap ve yemek yapmak için kullanabileceğiniz mutfak gereçleri var.
Çamaşır makinesi de mevcut, eğer şanslıysanız bulaşık makinesi ve hatta bazi evlerde çamaşırlarınızı kurutmak için kurutma makinesi bile var.


Yani mutfak ve banyo ortak.Peki odalarda TV oluyor mu? Salon var mı?


Çoğu ev salonlu, genelde salonlar Open Plan Kıtchen (açık mutfak) denen mutfakla birleşik bir yapıya sahip. Odalarda değil ama  Salonda herkesin kullanabilecegi TV mevcut.



Peki, biraz 'shared house' kavramından bahseder misin? Ne demek 'shared house'? En fazla kaç kişi ortak kullanıyoruz bir evi? Kim oluyor bu evlerin sahipleri? Evlerde Asayişi kim sağlıyor? Mesela yan odadaki gürültü yapsa kime şikayet ederiz? Hırsızlık tehlikesi olur mu?

Shared House ögrencilerin ve "profesionals" denilen tek başına bir ev kiralamaya bütçesi yetmeyen tam zamanlı çalışan kişilerin paylaştigi ev anlamina gelmekte. Kısa dönemli konaklamalar mümkün fakat hostellerdeki gibi sürekli bir sirkulasyon söz konusu değil bu nedenle evdeki herkes zamanla birbirini tanır, güvenir.


Evler ortalama 6 kişi ortak kullanımlık fakat bu sayı evin büyüklüğüne ve oda sayısına göre 10 a kadar ulaşabilir. Odayı kiraladığınıız kişi aynı evde kaldığınız bir kişi de olabilir veya bu işi ajans gibi yapan ve 10 tane evi olan birinin odasını da kiralayabilirsiniz. Eğer size kiralayan kişi ile ayni evde yaşıyorsaniz evdeki organizasyonu, temizlik listesini vs yi o kişi yapacaktır. Evin düzenini bozanların veya gürültü yapanların sürekli olması durumunda odayi kiraladığınız kişiye söyleyebilirsiniz fakat arasıra yapılan partylere ya katilmalısınız yada sessiz kalmalısınız :)

Ayrıca bir de isteğe göre odanızı birisiyle paylaşmanız da mumkun. Bu da ücrete yansıyor tabi ki. Daha uygun fiyatlar soz konusu oluyor.

Hırsızlık konusunda ise, şöyle düşünün, bilmediğiniz bir ülkeye bilmediğiniz bir eve geliyorsunuz ve önlem almazsaniz hırsızlık elbette mümkün fakat diğer insanların da sizin gibi bilmedikleri mekandalar ve ayni endişelere sahipler. Etrafinizdaki insalari tanidikça bu endişeler azalacaktir, her zaman için tedbirli olmakta fayda var.


Sahi nasıl oluyor temizlik olayı? Herkes kendisi mi yapıyor? Peki ya ortak tuvalet , mutfak?

Oda temizliğinden kendiniz sorumlusunuz. Ortak kullanım alanlarını ise haftada bir veya 5 günde bir listedeki kişi temizliyor. Bazı evlerde temizlik için ev sahibi birilerini tutabilir fakat büyük olasılıkla vermiş oldugunuz kiraya yansıtılır.

İnternetten oda bulmak mümkün mü? Bunun için web siteleri var mı? Başka ne şekilde bulunabilir?

Odanın resimlerine ve merkeze uzaklığa göre internetten oda bulmak mümkün fakat odayı kiralayacağınız çevrenin guvenilir olup olmadığını öğrenmek ve çevre hakkında bilgi almak için Londrada yaşayan birinin aracılığı ile kiralanması veya en azindan tavsiye alınması daha sağlıklı olur.



Shared house yada odada kalmak isteyenler için, seçim yaparken özellikle dikkat etmeleri gereken şeyler neler?

Bence ilk olarak içerisinde yaşayanların uyrukları önemli. Sonuçta Londraya geliyorsunuz herkesin Türk olduğu bir evde oturmak biraz abes olur bunun yerine Türklerin daha iyi anlaşabildiği Ispanyol, Italyan  veya Brezilyalilar tercih sebebi olmalıdır :) İkincisi de evin bulunduğu çevrenin güvenilirliği ve ve ulaşım kolaylığı. Bunları da az çok bilerek ev seçmeniz gerekir.

Verdiğin bilgiler için çok teşekkürler Aykut.





20 Mayıs 2013 Pazartesi

Stonhenge - Salisbury ve Bath

Londra'ya yerleşmemizin öncesinde defalarca tatile gelmeme rağmen malesef bu 3 yeri hiç duymamıştım.  Kısa süreli tatillerde gidilmesi bir parça yorucu olabilecek uzaklıkta bir gezi yapmayı gerektiriyor. Bu nedenle de Londra' yı anlatan gezi yazılarında pek fazla bahsi geçmez. Ama Londra dışına da çıkıp görebilecek durumdaysanız bu 3 lü turu yapmanızı tavsiye ederim.


Bu gezi için öncelikle 3 farklı seçenek var 1- Londra'dan otobüsle tura çıkmak 2-Trenle Amesbury e gidip oradan otobüsle tura başlamak ve 3- Gezinin tamamını arabayla yapmak. Biz 3. seçeneği yaptık ama Amesbury'den turla gezen arkadaşlarım da oldu.


1- Stonhenge


Ne amaçla ve kimler tarafından yapıldığı bilinmeyen bu binlerce yıllık taşlardan oluşuyor. Devasa büyüklükteki bu taşların tarihi biraz karışık. Bilet aldıktan sonra çok yakınlarına gidemeseniz de uzaktan yeşil alanda size ayrılmış yoldan yürüyerek çevresinde dönebiliyor, bir yandan da girerken alacağınız kulaklıklardan tarihçesini dinleyebiliyorsunuz. Mekan olarak çok geniş ve boş bir alanın ortasında yer alıyor içinizdeki derinlik ve doğa duygularını canlandırıyor. Ben taşlardan ziyade uzaklarda bize şaşkın şaşkın bakan kıvırcık İngiliz koyunlarının fotografını çekmek istedim ama kameramın zoom u onları net şekilde çekmeme izin vermedi malesef. Zaten yol boyunca da sağlı sollu yeşilliklerde özgürce dolaşan koyun ve kuzulara bayılmıştım. 

Taşların etrafında bir tur attıktan sonra hele bir de eğer kışın gittiyseniz donarak kendinizi hemen arabanıza atmak isteyebilirsiniz. Mekan çok geniş, düz ve açıklık olduğu için çok kuvvetli bir rüzgar var. Turunuz esnasında da yağmur yağar ise kaçacak bir yeriniz olmayacak buna uygun giysi ve ekipman ile gitmenizi tavsiye ederim.


2-Salisbury Cathedral



Floransa Katedralinden sonra gördüğüm en görkemli katedral diyebilirim. Dışarıdan göründüğünden daha büyük ve geniş içerisi. Özellikle ortasındaki vaftiz havuzu çok hoş. 





İçerisinde sindire sindire bir tur atmanız yarım saati bulacaktır sonrasında da shop kısmına girip hatıra birşeyler alabilirsiniz. İçersinde gelen misafirlerin soluk alabilecekleri gayet çok çeşitli yiyecek ve içecekleri olan bir cafesi de var.


3-Bath

Neredeyse 2 yılın sonunda tam da ben de İngiltere'de tüm şehirler birbirinin aynıymış hissi uyanmaya başlarken tamamen ve çok farklı bir şehirle tanıştım.

Farklı mimari yapısı ve sokaklarıyla Bath tam anlamıyla Roma mirası bir şehir. Günün son durağı olarak bu şehre girdiğimiz anda kendimi yenilenmiş hissettim.

























Ama bu kadar 'yenilenme' bana yetmez diyorsanız bizim yaptığımız gibi şehirdeki SPA merkezinin yolunu ( http://www.thermaebathspa.com/ ) tutabilirsiniz. 





Eğer haftasonu gidecekseniz kalabalık olabilir ama içeride bunu pek hissetmiyorsunuz.  İçerisinde biri kapalı diğeri açık olmak üzere 2 havuz, sıcak buhar odaları ve duşlar var. Kapıda kuyruk görebilirsiniz şaşırmayın çünkü burası bildiğim kadarıyla tek thermal havuzları olan SPA merkezi.
İçeride sizi çeşitli paketler bekliyor. Bu paketlerden birini seçip kolunuza bir bileklik takıyor ve içeriyi keşfe dalıyorsunuz. Yanınızda hiçbirşey götürmemiş olsanız bile içeride mayodan terliğe herşey var. Havlu, bornoz ve terliği kiralayabiliyor diğer şahsi ihtiyacınız olabilecek şeyleri satın alabiliyorsunuz. Kiralamayla ilgili ücretler ve paket fiyatları sitelerinde mevcut. Biz 'new royal bath' ı seçtik. Eğer masaj yada başka bir bakım istiyorsanız önden randevu almanız gerekiyor. Yok sadece SPA için gidiyor iseniz rezervasyona gerek yok. 

Ufak bir tavsiye, eğer havanın soğuk olduğu bir günde SPA ya gittiyseniz ilk olarak terastaki açık havuzdan başlayın. Güzel şehrin manzarası eşliğinde, üstünde dumanlar tüten havuzun keyfini çıkartın. Saçlarınız ıslanmadan bu havuza girerseniz hiç üşümüyorsunuz. Ayrıca içeride fön makinaları var mevcut. 


iyi dinlenmeler :)





5 Mayıs 2013 Pazar

İlginç Bir Deneyim : Medieval Banquet



Aylar önce bir arkadaşım bana bu linki attığında çok heyecanlanmış ve en kısa sürede bu mekana gitmek için planlar yapmaya başlamıştım. Ama bir türlü kalabalık bir grubu toplayamadık yada hava koşulları pek müsait olmadığı için dün geceye kadar beklemek durumunda kaldık.

Mekan her ne kadar restaurant olsa da rezervasyon yaparken menüde ne olduğunu sormamıştık bile çünkü ilgimizi çeken şey 1-ortam 2-kostümlerdi.

Mediaval Banquet, Londra'da siradisi bir resturant arayanlar icin bicilmis kaftan. Tam anlamıyla bir orta çağ konseptiyle tasarlanmış. Tuğla tuvarlar, loş ışıklar, ince uzun masalar, üzerlerinde ortaçağ kostümleri olan garsonlar ve fonda piyano tınıları. Eğer konsepte uyum sağlamak daha da fazla havaya girmek istiyorsanız giysi kiralamanız mümkün (10 pound). Yemek ve içki dahil mekan ücreti ise 50 pound. Biz gitmeye karar verdiğimizde internette indirimli biletler bulmuştuk ve 2 kişilik biletler için 65 pound ödemiştik. Biletler 7 ay süreyle geçerliydi, gitmek istediğinizde birkaç gün öncesinden rezervasyon yapmanız geçerli.

Kapılar saat 19:15 de açılıyor. Salona girdiğinizde sizi tahtına kurulmuş şekilde kral 8.Henry karşılıyor. Tarih bilgimizden kendisinin pek güleryüzlü ve sempatik bir kral olmadığını bilsek bile Kral sizinle fotograf çektirmeye hayır demiyor.

Biz girer girmez kostümlerimizi aldık ve hemen ortama adapte olduk. Masanıza geçtiğinizde sizi kocaman somun ekmekler, koca bir karaf şarap ve bir sürahi bira karşılıyor. Ekmekler bence çok lezzetliydi yada ben çok açtım bilemiyorum :)

Saat 19:45 de kral ve kraliçe kostümleriye salona girip şarkılar söylemeye başlıyorlar, ilk girizgah şarkıdan itibaren de her şarkı faslında yeni bir yemek geliyor.

1- Çorba (koyu kivamli hafiften suzme mercimek corbasini andiriyor)
2- Peynir ve şarküteri tabağı (icerisinde cedar peyniri ve jambon ve turevi etler var)
3- Tavuk ve sebze (kazanlarda firinlanmis tavuk ve yine firinlanmis klasik Ingiliz usulu tatli patates,havuc ve turp)
4- Elmalı Turta

Konsept olarak ortaçağ görünümü yemeklerde de devam ediyor. Yemekler bu yüzden son derece basit ama doyurucu. Dediğim gibi menusunden ziyade farklı konsepti için gidilecek bir yer. Ben yemeklerin çok lezzetli olmalarını beklememiştim ama gayet doyurucuydu.

Masanızda şarap, su yada bira bittikçe tüm masa olarak hep bir ağızdan 'wench' diye bağırıyorsunuz. Yani bir nevi 'garson!'  diyorsunuz. Bunu derken masaya da vuruyorsunuz. Zaten gece boyunca alkış yerine masaya vuruyorsunuz. Masadaki gümüş tabak çanaklar sayesinde epeyce bir gürültü çıktığını söyleyebilirim.

Yemek boyunca ufak tefek şovlarla sizi eğlendiriyorlar. Tüm bu fasıl saat 22:30 a kadar sürüyor ve en son tatlı servisine kadar tüm içkiler sınırsız. Ardından ise dj müziği çalıyor ve 1 saat daha mekan açık kalıyor.


Kalabalık gittiğinizde daha eğlendirici olmakla birlikte farklı bir Londra akşamı geçirmek isterseniz çift olarak da gidebilirsiniz.















6 Nisan 2013 Cumartesi

Kahvaltı Bilmecesi!

Her ne kadar bu blog içerisinde bol bol restaurant tavsiyelerine yer vermiş olsam da, kalhvatı konusunu ayrıca ele almak istedim. Biz Türklerin özellikle yurtdışı seyahatlerinde yemek konusunda yaşadıkları sıkıntılardan biri damak tadımıza uygun bir kahvaltı bulamamaktır.  Gunun bu ilk ogununde bizim kadar doyurucu menüler tercih eden bir millet daha var o da Amerikalılar! Dünya mutfağına kahvaltı menüleri konusunda çok büyük katkıları olduğunu söyleyebilirim. Tabiki her öğünde olduğu gibi kahvaltıda da önünüze çok büyük porsiyonlar gelir. Omletler, pancakeler bageller her nekadar bizdeki serpme kahvaltıları anımsatmasa da, sabahları bir dilim ekmek üzerine tereyağı sürüp yiyen çoğu İskandinav ve Avrupa ülkesine kıyasla haylı cezbedicidir.

İngiltere'deki kahvaltı kültüründen bahsetmek gerekirse, evet meşhur 'English Breakfast' var. Ama onu artık kendileri bile çok tercih etmiyorlar. Çünkü tabakta gördüğünüz herşey kızartma şeklinde pişirilmiş ve çok yağlı. Okuldaki hocalarımdan biri -erkek ve sanırım 60 kg. falandı- English Breakfast'ı sadece akşamdan kalma olduklarında tercih ettiklerini söylemişti. Onun haricinde yulaf ezmesi ve cornflakes ile yoğurlu yedikleri granola haftaiçi kahvaltılarındaki 'sağlıklı' seçenekler.

Ama gelin görün ki cumartesi-pazar günlerinde birçok mekan sabah kahvaltıları için dolup taşmakta. Menülere gelince biraz Amerikan biraz Fransız etkisiyle doyurucu ve lezzetli birşeyler yemek mümkün.

İşte size birkaç mekan tavsiyesi;

Granger & Co
http://www.grangerandco.com/

Mekan yeri dolayısıyla geziniz esnasında kolaylıkla uğrayabileceğiniz bir bölge olan Notting Hill'de. Hem Portobello'ya çok yakın hem de oranın kalabalığından uzak. Ama bu cümle sizi yanıltmasın, içerisi asla boş değil ve kapıda hep bir kuyruk var. Erken gitmenizi tavsiye ederim. Mekan Avusturalya orjinli ama menüde onlara özgü pek birşey var diyemem. Omletler ve pancakeler seçenekler arasında en çok tercih edilenleri. Ben çırpılmış omletle Avocado Salsa aldım. Gayet doyurucu ve lezzetliydi. Pancakeleri bizim alışık olduğumuz incelikte değil ama onun da alıcısı çoktu. Kötü olduğunu sanmam. Ortam olarak bana herşeyin açık tonlarda, sadece ve aydınlık şekilde döşendiği havalı Fransız restaurantlarını hatırlatsa da hesap geldiğinde can yakmıyor. Tek uyarı; kapıda bazen düzensiz bir kuyruk olabildiği için kendinizi unutturmayın. Kafaları bir parça dağınık!


Bill's

http://www.bills-website.co.uk/
Uzun uzun anlatmaya gerek olmayan benim Londra'da en bayıldığım mekanlardan biri. Özellikle Islington'dakini çok seviyorum. Içerisinin ambiyansı, garsonların güler yüzü ve etrafınızı saran mutfak malzemeleriyle kendinizi evde gibi hissettiriyor. Menüdeki herşey gayet lezzetli. Zaten üç aşağı beş yukarı heryerde aynı menüler var; omletler pancakeler ve kruvasan.







La Pain Quotidien
http://www.lepainquotidien.co.uk/
Bu mekanı duymuş olabileceğinizi tahmin ediyorum. Çünkü birçok ülkede var, Türkiye'de de İstanbulda' birkaç şubesi vardı. Burası aslında Fransız fırını olarak dizayn edilmiş bir menüye ve ambiyansa sahip. Özellikle ekmeklerini çok önemsiyorlar. Kendilerine ait tariflerle yaptıkları reçel ve 'nutella' ları (bitter,sütlü ve beyaz) gayet başarılı. Bu nedenle eğer onları denemek isterseniz size koca bir ekmek sepetiyle servis ediyorlar. Bence kahvaltı için güzel ve doyurucu seçeneklerden biri.



Giraffe ve My Old Dutch'dan restaurantlar kısmında bahsetmiştim. Her ikisi de doyurcu ve güzeldir. Tavsiye ederim özellikle My Old Dutch krep sevenler için süper ötesidir. Sonrasında 4-5 saat acıkmamanız garanti, yorucu bir gün için güzel bir başlangıç.

Bir Türlü İçeri Giremediğim Mekan: The Breakfast Club!
http://www.thebreakfastclubcafes.com/
Islington'ın en güzel yerinde konumlanmış bu mekana defalarca denememize rağmen bir türlü önündeki kuyruğu aşıp da girebilmek kısmet olmadı. Cumartesi-Pazar günleri sokağa taşan kuyruk bende bitmeyen bir merak uyandırsa da hiçbirzaman o kadar bekleyecek sabrım olmadı malesef. Herzaman inandığım ve tecrübelerimle pekiştirdiğim gibi, bir mekanın önünde bu şekilde bir kuyruk varsa içeride kötü birşey yemezsiniz. Ben gidemedim, ama siz gidin. Sonra da Islington'un daracaık sokaklarında dolaşıp sokak tezgahlarındaki ikinci el ıvır zıvıra göz atarak dolaşın. Eğer o ufak bölgede dolaşır da geçerseniz bir yüncü var , girip fiyatlara bir bakın. Hayatımda gördüğüm en pahalı yün yumaklarını satıyorlar.


Caravan
http://www.caravankingscross.co.uk/


Bence  Londra'daki enfes ve degisik kahvalti mekanlarindan birisi! Mekan Kings Cross istasyonuna cok yakin ve aslinda sadece kahvalti icin degil gunun her saati lezzetli yemekler sunuyor. Icerisi daha cok koskoca bir hangari andiriyor. Her nekadar genis bir mekan olsa da kapisindan kuyruk eksik olmuyor. Kahveleri inanilmaz lezzetli. Zaten mekani bulmamiz da Time Out dergisindeki en iyi kahve veren mekanlari basligi altinda adinin gecmesi sayesinde oldu. Ben menuden patlican ezmeli, yogurtlu sumakli ve yumurtali bir  tabak sectim. Acikcasi biz Turklere ozgu bu kadar unsuru tasiyan bir kahvalti tabagi kendi kendime, neden bizim de boyle yaratici yemekler yaratmadigimiz sorusunu getirdi aklima.
Ama esas Four Square de favori olan yemeklerden biri sevgilimin yedigi 'salt beef buble' idi. Her ikisi de cok lezzetliydi. Benimki biraz patlican begendiyi animsatiyordu.
Kahve olarak da filtre kahve sevenlere muhakkak buradaki filtre kahveyi denemelerini tavsiye ederim. Mekanin klasigi Latte idi. 


Her guzel sey gibi  yemekler bitince hesap odeme zamani geldi. Bir fikir olmasi icin buyrun size adisyonumuz ve menuden bir parca.




16 Şubat 2013 Cumartesi

Strand-Temple Church-St.Paul ve Museum Of London

Bu Cumartesi sabahı evden çıkarken bolbol yürümeyi kafaya koymuştuk ama bu kadar uzun bir parkurumuz olacağını tahmin etmemiştik.
Aslında amacımız Da Vinci Code' un Londra güzergahını takip etmekti. Bizi bekleyen 3 durak vardı: Temple-Kings Collage ve Westminister Abbey. Birgün önce kitabın o bölümlerini tekrar okumuş ve hazırlığımızı yapmıştık ama yeterince hazırlanmamışız, meğer Temple haftasonları kapalıymış. Dolayısıyla Piccaddlly yakınlarında bu planımızdan caymak zorunda kaldık. Yine de ne yapacağımızı düşünürken Strand'dan yürümeye başladık.

Strand (City of Westminster, WC2R, UK) Aslında Trafalgar meydanından başlayan ve Fleet Street e kadar devam eden caddenin adıdır. Trafalgarda National Gallery i arkamıza alarak karşı yöne doğru yürümeye başladık. Bu aynı zamanda nehre paralel giden bir yol. Özelliği ne derseniz bu yol üzerinde birkaç güzel bina var. Temple ve Adalet sarayi bunlardan ikisi. Yol boyunca kimi zaman sıradan binalarmış gibi konumlanmış bu görkemli yapılara bakarak yürümek gerçekten çok keyifli.








Temple : Fleet Street üzerinde yürürken sağ tarafınızda bu aşağıdaki koyu kahve binayı göreceksiniz. Burası Da Vinci Code da da bahsi geçen Temple. Buraya district metro hattı üzerinden de aynı isimdeki durakda inerek ulaşmak mümkün. Eğer açıksa içeri girip gezebilirsiniz. Biz malesef görme imkanı bulamadık.


Temple'ı geçerek dümdüz yürümeye devam ederseniz yolun sonunda St Paul'e çıkacaksınız. Biz macera olsun diyerek aralardan başka yollara saptık ve şans eseri Dr. Johnson's House' u bulduk.  Kendisi kimdir derseniz, 18.yy da bu evde yaşamış bir yazar ve şimdi de kendisinin 300 yıllık evi bazı organizasyonlara ev sahipliği yapıyor. Biz iceri girmedik ama girmek isterseniz aşağıdaki link size yardımcı olabilir.
http://www.drjohnsonshouse.org/


Bu heykelini gördüğünüz resimdeki kedi Dr. Johnson'un evinin tam önündeki meydanda bulunuyor ve tahmin ettiğiniz gibi Dr. Johnson'un kedisi. Bu evi ve kediyi görmek isterseniz Fleet streette Temple' a gelmeden soldaki sokaklardan birinden girmeniz gerekiyor. Sokağın başında evin yönünü gösteren bir tabela da var.

Eğer Fleet streetten düz devam ederseniz St. Paul'e ulaşırsınız. St. Paul bence Londra'nın hem en güzel hem de en görkemli manzaraya sahip kilisesi ve görülmeye değer bir turistik mekanlardan biridir. Hergün yüzlerce turisti ağırlamasının yanı sıra birçok organizasyona da ev sahipliği yapar. Org resitallerine rastgelirseniz şanslısınız.




Kilisenin içinde girişteki bölümler ücretsizdir ancak yüksek kubbesinden manzarayı görmek isterseniz bilet almanız gerekiyor. Bence görülmeye değer. Konum olarak birçok tarihi binanın ortasında olduğu için çok güzel bir manzarası var.

Museum Of London
St. Paul'e hemen hemen 10 dk yürüme mesafesindeki bu müze sizi pek fazla şaşırtmayacak ufak tefek objeler ve tarihten günümüze yepyeni şekilde ulaşmış günlük hayatın parçası olan eşyalarla dolu. Aşağıda beni en etkileyen parçaları koydum. Müzenin girişindeki çok eski zamanlardan gelen kalıntılar sizi yanıltmasın, ilerleyen bölümlerinde aklınızda Londra ile ilgili güzel görüntüler bırakacak şık bölümleri de mevcut.










Bu uzun gezi sırasında karnınız acıkırsa St. Paul un hemen karşısında kiliseyi güzel bir açıyla gören Paul'de yada Museum Of London'un hemen karşısındaki Pret'te birşeyler atıştırabilirsiniz.